Doğumundan kısa bir süre sonra annesi ve babası yollarını ayırır. Babası evlatlıktan reddeder. Birkaç hayvanla birlikte bir ağanın yanına yanaşma olarak verilir.
"Hiç okula gitmedim. Keçi güderken çoban Celal emmiden okuma yazmayı öğrendim. Değnekle kara, toza, taşlarla kayaya yazı yazmaya başladım. Babamı vurmak için kullanacağım silahı alabileceğim parayı kazanmak üzere, annem bilet alarak beni Ankara’ya gönderdi."
Henüz 11 yaşında olan çelimsiz çocuğu hiç kimse işe almak istemez. Ulus'ta çakmaktaşı ve benzin satarak günde 75 kuruş kazanmaya başlar. Barınabilecek bir yeri olmadığı için Sıhhiye’de bir tuvalette yatıp kalkar.
"O tuvalet benim için çok güzeldi, çünkü yatacak yerimdi. Minnettarım ben o tuvalete.Kazandığım parayla her gün köfte ekmek alamıyordum. Günde 75 kuruşa bir ciğerciyle anlaştım. Sadece günde bir öğün ciğer yiyordum."
Aynı dönemlerde, anne tarafından kalan tarlalara ortak olmaması için, abisi zehirli incir yedirir, bu korkunç anısından şöyle bahseder:
"Abimin verdiği zehirli inciri ağzıma attım ama bana bir şey engel oldu ve hemen tükürdüm. Çocuklara anlattığımda bana bohçalarını açmışlardı, o yediğim yemek ne güzel bir yemekti bilemezsiniz."
Ankara'da çakmaktaşı satarak artırabildiği parayla babasını vurmak üzere silah almaktan vazgeçer. Bunun yerine rotasını İstanbul'a çevirir. İstanbul’a geldiğinde bir meyhanede komi olarak çalışmaya başlar, bulaşıkçılık yapar. Komilikten kazandığı parayla köşeyi döndüğünü zannederek kendine bir ev tutmaya karar verdiğinde, ev sahibi kadın o parayla ancak kömürlüğü kiralayabileceğini söyler.
Kömürlüğü tutar ve hayatının kararlarını hep orada verdiğini anlatır.
Öğrenmeye ve okumaya hayli meraklı olduğundan, İstanbul'da tanıştığı bir emekli albaydan haftada 2 gün İngilizce dersi almaya başlar.
Askerliğinin hemen ardından, derdini anlatacak kadar İngilizcesiyle İngiltere'nin yolunu tutar.
"Aldığım otobüs biletiyle Londra’ya geldim ve bir kebapçıda iş buldum. Bodrum katta yatıyordum. Kebapçı haftada bir gün kapalıydı. Alafranga tuvalette nasıl yıkanılırsa öyle yıkandım. Bir kuruş param yoktu ama kendimi iyi yetiştirdiğim için bir arkadaşım yapmak istediğim işe para koydu."
Bundan sonraki hikayede bol emek, bol sabır ve bol azim var. Hikayemizin kahramanı, daha önce eleman olarak çalıştığı lokantayı satın alan ve bugün Londra'da önünde uzayan kuyruklarlarıyla ünlü Sofra restoranlarının sahibi Hüseyin Özer. Bir başka tanımlamayla, 'İngiliz Kraliyet Ailesi’ne Türk yemeği yediren adam'.
Her hayat bir mucizeye gebe...Ama sadece bir çocuk gibi safça inanıp, hiç vazgeçmeyenlere...
"Hiç okula gitmedim. Keçi güderken çoban Celal emmiden okuma yazmayı öğrendim. Değnekle kara, toza, taşlarla kayaya yazı yazmaya başladım. Babamı vurmak için kullanacağım silahı alabileceğim parayı kazanmak üzere, annem bilet alarak beni Ankara’ya gönderdi."
Henüz 11 yaşında olan çelimsiz çocuğu hiç kimse işe almak istemez. Ulus'ta çakmaktaşı ve benzin satarak günde 75 kuruş kazanmaya başlar. Barınabilecek bir yeri olmadığı için Sıhhiye’de bir tuvalette yatıp kalkar.
"O tuvalet benim için çok güzeldi, çünkü yatacak yerimdi. Minnettarım ben o tuvalete.Kazandığım parayla her gün köfte ekmek alamıyordum. Günde 75 kuruşa bir ciğerciyle anlaştım. Sadece günde bir öğün ciğer yiyordum."
Aynı dönemlerde, anne tarafından kalan tarlalara ortak olmaması için, abisi zehirli incir yedirir, bu korkunç anısından şöyle bahseder:
"Abimin verdiği zehirli inciri ağzıma attım ama bana bir şey engel oldu ve hemen tükürdüm. Çocuklara anlattığımda bana bohçalarını açmışlardı, o yediğim yemek ne güzel bir yemekti bilemezsiniz."
Ankara'da çakmaktaşı satarak artırabildiği parayla babasını vurmak üzere silah almaktan vazgeçer. Bunun yerine rotasını İstanbul'a çevirir. İstanbul’a geldiğinde bir meyhanede komi olarak çalışmaya başlar, bulaşıkçılık yapar. Komilikten kazandığı parayla köşeyi döndüğünü zannederek kendine bir ev tutmaya karar verdiğinde, ev sahibi kadın o parayla ancak kömürlüğü kiralayabileceğini söyler.
Kömürlüğü tutar ve hayatının kararlarını hep orada verdiğini anlatır.
Öğrenmeye ve okumaya hayli meraklı olduğundan, İstanbul'da tanıştığı bir emekli albaydan haftada 2 gün İngilizce dersi almaya başlar.
Askerliğinin hemen ardından, derdini anlatacak kadar İngilizcesiyle İngiltere'nin yolunu tutar.
"Aldığım otobüs biletiyle Londra’ya geldim ve bir kebapçıda iş buldum. Bodrum katta yatıyordum. Kebapçı haftada bir gün kapalıydı. Alafranga tuvalette nasıl yıkanılırsa öyle yıkandım. Bir kuruş param yoktu ama kendimi iyi yetiştirdiğim için bir arkadaşım yapmak istediğim işe para koydu."
Bundan sonraki hikayede bol emek, bol sabır ve bol azim var. Hikayemizin kahramanı, daha önce eleman olarak çalıştığı lokantayı satın alan ve bugün Londra'da önünde uzayan kuyruklarlarıyla ünlü Sofra restoranlarının sahibi Hüseyin Özer. Bir başka tanımlamayla, 'İngiliz Kraliyet Ailesi’ne Türk yemeği yediren adam'.
Her hayat bir mucizeye gebe...Ama sadece bir çocuk gibi safça inanıp, hiç vazgeçmeyenlere...
0 Yorumlar